BULGARİSTAN’DAKİ TÜRKLERİN 1989’DA TÜRKİYE’YE GÖÇÜ, GÖÇÜN ÖNCESİ VE SONRASI

1989 Göçünün Öncesinde Türklerin Durumu :- 1878’de Kurulan Bulgaristan Prensliğinde Türklerin Durumu :’93 Savaşını müteakip, Berlin Andlaşması’nın imzalanışının ardından sonra Türkler savaştan önce hakim oldukları Bulgaristan’da kendilerine sorulup fikirleri dahil alınmadan, tabi durumuna geçmişlerdir. Çoğunluk oldukları bu yörelerden azınlık durumuna düşürülebilmek için de başta Ortodoks Rusya olmak üzere, bütün Hıristiyan Avrupalıların ektikleri ve Müslüman Türklere karşı olan haksız kin tohumlarının dürtüsüyle, gerek yerel idareciler tarafından ve gerekse zalim komitacılar eliyle; Berlin Muahedesi’nin Türk haklarını ve varlığını koruyan tüm maddelerine rağmen, her çeşit zulme ve katliama maruz bırakılmışlardır. 2200 yıllık tarihinde hiçbir galip Türk Devleti’nin yerli halka reva görmediği bir tarzda, Bulgarlar Hıristiyan aleminin önünde işgal, sonrasında binlerce Türkü kurşuna dizmişler, hamile kadınları katletmişler, köyler dolusu ahaliyi camilere doldurup yakmışlardır. Bütün bu olaylar sonucunda bir milyon Türk yerinden yurdundan olmuş, sadece Ocak ayında maddi olarak ve manen yıkılmış, 200,000 kadar insan kitlesi barınmak üzere İstanbul’a akın etmiştir. Bu savaş sonucunda Bulgaristan’dan toplam bir milyon Türk nüfus, varını yoğunu terk ederek anavatana göç etmiştir. Geride kalan Türkler bu katliamlar ve zorunlu göçlerden ötürü artık Bulgaristan‘da azınlık durumuna geçmişlerdir.Savaş yaralarının sarılmasının ardından yeni kurulan prenslik, Belçika Anayasa’sını örnek aldığından, idare şekli bakımından görünüşte demokratik bir prenslik haline gelmiştir. Batı’dan yardım gören memlekette, iktisaden kalkınma hamlesi başlamış ve Türk asıllı halkın oylarını kazanmak için bazı partilerinde Osmanlı Devleti ile dostluk siyasetine önem vermesi sonucunda, Türklere bir takım haklar tanınarak, özellikle kültür bakımından, bağımsız olarak bağımsız gelişmelerine imkan verilmiştir. 1908 Meşrutiyeti’ne kadar süren bu devir, Bulgaristan Türklerinin, Bulgar idaresinde en rahat yaşadıkları zaman olarak adlandırılabilir.- Bağımsız Bulgaristan’da Türkler.23 Temmuz 1908’de İkinci Meşrutiyet’in ilanından sonra ortaya çıkan siyasi karışılığı fırsat bilen Bulgaristan Prensliği, 5 Ekim 1908’de krallık (İlk kuruluşu 681’dir.) ilan ederek Osmanlı Devleti’nden ayrılmıştır ve bu olayı takibende Bulgaristan’da yaşayan Türklere karşı sosyal ve kültürel bakımdan baskılar başlamıştır. Bu oluşumlar sonucunda Osmanlı Devleti Bulgaristan ile Rumeli’deki Türklerin Berlin Andlaşması ile verilmiş olan haklarının tekrar teyidi gayesiyle yeni bir anlaşma yapmıştır.1909 İstanbul Protokolü ve Sözleşmesi (19 Nisan 1909) :Türklerin Bulgar halkıyla eşit haklara sahip olmalarını öngörmüştür.Bu anlaşmaya rağmen Türklere baskılar devam etmiş, birkaç yıl sonra ortaya çıkacak olan Balkan Savaşını hazırlayan saldırı ve cinayetlerin sonu gelmemiştir.
1912-1913 Balkan Savaşı’nda Türkler :Yukarıda da belirtildiği üzere Osmanlı Devleti 8 Ekim 1912’de Rusya’nın çeşitli politikalarla kışkırttığı Bulgaristan, Sırbistan, Yunanistan ve Karadağ devletçikleriyle savaşa girince ve beklenmedik bir şekilde savaşı kaybedince, Türkler Anadolu’dan sonra 550 yıldır kendileri için ikinci yurt haline gelen Rumeli’yi bırakarak sınırlarını Meriç Nehri’ne kadar çekmek zorunda kalmışlardır. Sonrasında ise Rumeli Türkleri ’93 Harbi sonrasından daha beter felaketlerle karşılaşmıştırlar. Türkler tüyler ürpertici seri cinayetler yüzünden birçoğu yeniden herşeylerini bırakarak, ve yollarda yok ola ola anayurda göç etmek zorunda kalmışlardır.Balkan Savaşı 30 Mayıs 1913 Londra Muahedesi ile sona ermiş olmakla birlikte Bulgarlar her türlü işkenceyle binlerce sivil Türk’ü kadın, ihtiyar, çocuk ve bebek dahil olmak üzere katletmişlerdir. Elimizden bu savaş sonucunda çıkmış olan Rumeli’nin Bulgaristan kesimindeki topraklarda yaşayan soydaşlarımızın kaderi, o günlerdeki Bulgar yöneticiler tarafından uzun vadeli bir plan olarak daha o tarihlerde çizilmiştir. Bulgar Genel KurmayHarekat Dairesi Başkanı Protoyerof’un Bulgaristan Türkleri’nin yok edilmesine yönelik olarak hazırlattığı plana göre, soydaşlarımız üzerinde uygulanacak baskılar beş madde üzerinde toplanmıştır :
- Kültür yönünden eritme- Soykırım ile yok etme- Göçe zorlama- Ülke içinde zorunlu iskan- Sınırdışı uygulaması
Bu baskılar 1912’den beri büyük bir titizlik, dikkat, süreklilik ve kesinlikle uygulanmakta, çeşitli maddelerde dış dünyaya sızacak olaylara meydan vermeden hedefe ulaşmak için daha önce de değinildiği üzere bazı psikologlar tarafından bilimsel tekniklere dayandırılan sinsi ve daha etkin yöntemlerle geliştirilmektedir. 1913’te Balkan Savaşı sona erdikten sonra Osmanlı Devleti ile Bulgaristan arasında Bulgaristan’daki Türkler’in durumuyla ilgili yeni bir andlaşma daha yapılmıştır.29 Eylül 1913 İstanbul Barış Andlaşması :Bu Andlaşmada Türklere bir önceki andlaşmayla sağlanan temel hak ve özgürlükler teyit edilmiştir.1914-1918 Birinci Dünya Savaşında Türklerin Durumu :Bulgarlar İttifak Devletleri yanında savaşa girmiştir ve dolayısıyla Osmanlı Devleti ile de ittifak olmuşlardır. Bu ittifak gereği Türk ordu birlikleri 1878’den sonra ilk defa Bulgaristan’a müttefik sıfatıyla girerek, Bulgarlarla birlikte Rusların Romanya’da açtıkları cephede savaşa katılmışlardır. Kaybedilen I. Dünya Savaşının ardından 1918’de Bulgaristan’da idareyi yeni kurulan Çiftçi Partisi ele almıştır. Bu parti için en büyük desteği köylüler oluşturduğu için Türk köylüsüne bazı haklar tanınmış ve Bulgar Meclisi’ndeki Türk milletvekillerinin sayısı artmıştır. I. Dünya Savaşı sonrasında İttifak devletleri ile Bulgaristan arasında azınlıkların haklarını düzenleyen bir anlaşma imzalanmıştır.27 Kasım 1919 Neuilly Barış Andlaşması :Bulgaristan’da yaşayan azınlıklara din, dil, ırk ve milliyet ayrımı gözetmeksizin tam bir eşitlik sağlamıştır. Böylece, bu andlaşma soydaşlarımızın da ulusal ve dinsel özelliklerini güvence altına alan belli başlı uluslararası andlaşmalardan biridir.Bu esnada Kurtuluş Savaşı yapılmış ve 29 Ekim 1923’de padişahlık ve saltanat kaldırılarak misak-ı milli hudutları içerisinde Türkiye Cumhuriyeti kurulmuştur. 1923 yılında Bulgaristan’da ise yeni doğan faşist cereyanın idareyi ele alması sonucunda önce çiftçilere, bunu takiben komünist ve sol görüşlü partilere karşı büyük bir mücadele başlamıştır. Günden güne kuvvetlenen bu faşist rejim, zamanla Türklere karşı olan tavrını da değiştirmiştir ve “Bulgaristan Bulgarlarındır.” politikasını ortaya atmıştır.Türk okullarına karşı daha sıkı bir kontrol, Türk vakıflarına ve kültür kurumlarına da gayri-kanuni bir politika izlemiştir.Bu olaylar esnasında Türkiye Cumhuriyeti ile Bulgaristan arasında bir dostluk andlaşması imzalanmıştır.18 Ekim 1925 Türk-Bulgar Dostluk Andlaşması :İki hükümet azınlıkların korunmasına ilişkin olarak Neuilly Andlaşmasında yazılı hükümlerin tümünden Bulgaristan’daoturan müslüman azınlıklarını ve Lozan Andlaşmasında yazılı hükümlerin tümünden Türkiye’de oturan Bulgar azınlıklarını yararlandırmaya karşılıklı olarak yükümlenirler.81 yıldan beri yürürlükte olan bu andlaşma protokollerinde soydaşlarımızın azınlık hukuku güvence altına alınmıştır. Bulgaristan’daki Türkler, Türkiye’deki bütün gelişmeleri her zaman yakından takip etmiştir.Örneğin; Türkiye dışında latin alfabesini kullanmaya başlayan ilk Türk grubu onlardır (1928).1934 yılında Hitler hayranı Kral Boris parlamentoyu feshederek diktatörlüğünü ilan edince bahsedilen çeşitli andlaşmalara rağmen iki yıl içinde ülkedeki Türk okullarının sayısı 1700’den 500’e kadar inmiştir.- Bulgaristan Halk Cumhuriyeti’nde Türklerin Durumu :II. Dünya Savaşı sırasında Rusların izlediği politikalar sayesinde Bulgaristan’da bir iç savaş baş göstermiştir ve bununda yardımıyla Ruslar 9 Ekim 1944’de Bulgaristan’ı işgal etmişlerdir. Kral Boris ülkeyi terk etmek zorunda kalmıştır ve Bulgaristan Almanya’ya karşı savaşmak zorunda kalmıştır.Bu savaşlar sırasında oradaki Türkler de Bulgarlar gibi cephede savaşmak zorunda kalmıştır. II. Dünya Savaşı sonrasında 1946 yılında referandum yapılmış ve Bulgaristan, Halk Cumhuriyeti halini alarak Demir Perde ülkeleri arasına katılmıştır.Çiğnenen Andlaşmaların ilk 40 yılı (1944-1984) :II. Dünya Savaşından sonra iktidara gelen komünist rejim, Türklere şirin görünmek ve kendilerine bir takım haklar tanıma yoluna gittiği izlenimi uyandırmak için Türk okullarının sayısını 1200’e kadar çıkarmıştır.Ayrıca Türkçe kitaplar bile bastırmıştır.Bulgar propaganda kayıtlarında 1949-1950 ders yılında 3031 öğretmenin okuttuğu Türk öğrenci sayısının 100,376 olduğu belirtilmiştir. Yalnz bu okulların özel azınlık okulu olmaları gerekçesiyle giderleri soydaşlarımız tarafından karşılanmıştır. Bunun içinde vakıf gelirleri büyük bir kaynak oluşturmuştur.II. Dünya Savaşını takiben Bulgarların insan hakları üzerine imzaladığı birçok andlaşma vardır :- 1945 Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Beyannamesi’ne Bulgaristan imza koyarak, savaş esnasında bozulan sosyal denge yeniden Türklerin lehine düzenlenmiştir.Bu anlaşmadaki imza kurumadan komünist rejim ilk günlerde takındığı maskeyi çıkararak 12 Ekim 1946’da çıkarttığı yasa ile Türklere ait okul, cami ve vakıfları kamulaştırmıştır. Böylece Bulgaristan Türklerini eğitimine bir ölümcül darbe vurulmuştur. Türklere karşı uygulanan bu eritme politikasının hemen ardından Bulgaristan göstermelik olarak bir takım andlaşmalar daha imza atmıştır. - 1947’de Bulgaristan ile yapılan andlaşmaya göre bu devletçe insan hakları ile ilgilihükümlere uyulacağı belirtilmiştir.- 1948’de İnsan Hakları Evrensel Beyannamesine göre ırk, din, dil ve milliyet farkı gözetmeksizin bütün insani haklar teminat altına alınmıştır.- 1948 Jenosit Sözleşmesi ile milli, etniki, ırki veya dini bir grubu kısmen veya tamamen imha etmek maksadıyla işlenen fiillerin suç olduğu belirtilmiştir.Yukarıda da belirtildiği gibi Bulgaristan hem Türkiye ile yapılan hem de milletler arası anlamda yapılan andlaşmalara gözünü kırpmadan imza atarken diğer taraftan prensliğinin kurulmasıyla başlayan Türk’ü yok etme politikasına hiç ödün vermeden devam etmiştir.Andlaşmalara rağmen anlaşma hükümleri Bulgaristan tarafından hayasızca çiğnenerek hiçbir gerekçe gösterilmeden çok sayıda Türk birdenbire Türkiye’ye göç ettirilmiştir. Olayların gelişimi sırasında Türkiye’de iktidarda olan Demokrat Parti Bulgarlarla masaya oturarak bir göç anlaşması imzalamak zorunda kalmıştır.1950-1951 Türkiye Bulgaristan Göç Anlaşması, Bulgaristan Türklerinin Türkiye’ye göçleri ile parçalanmış ailelerin birleştirilmesine dair en kapsamlı anlaşmadır. 155,000 soydaşımızın Anavatana göç etme imkanını bulduğu anlaşmada göçmenler devlet eliyle ve programlı bir şekilde yerleştirilerek, kısa zamanda üretici duruma geçmişlerdir.İmzaladığı andlaşmaların hükümlerini çiğnemekte hiçbir sakınca görmeyen Bulgaristan 1953’te Bulgar ve Türk okullarının birleştirilmesi operasyonunu başlatmıştır ve operasyon 1959 yılında son bulmasıyla Bulgaristan’daki Türk okullarının varlığı tarihten silinmiştir.Okulların yanı sıra 500 yıldan beri cami, okul, medrese, çeşme vs gibi ortak kuruluşların gelir kaynağı olna vakıfların geri kalanlarına da el konulmuştur.Bunun üzerine oradaki Türklerimiz ayaklanmıştır ve 1961 yılında Türkiye ile Bulgaristan ilişkileri gerginleşmiştir..Aynı yılın Eylül ayında Türkiye Bulgaristan’ın Bulgaristan’da yaşayan Türklerin milletlerarası andlaşmalarla teminat altına alınmış haklarının ihlal edildiği gerekçesiyle Bulgaristan’a bir NOTA vermiştir. Bundan sonra 1964’te Türkiye Dışişleri Bakanının Moskovaya ziyareti ile Türk-Bulgar münasebetleri düzelmiştir. 1966’da Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi ve Medeni ve Siyasal Haklar Sözleşmesi imzalanmıştır. Bu sözleşmelere göre Türkiye ile Bulgaristan’ın imzaladığı her iki sözleşmede milletlerarası planda ırk, dil, din, renk ve cinsiyet ayrımı gözetmeden bütün insan hakları teminat altına alınmaktadır. 23 Mart 1968’de Ankara’da imzalanan ve 14 Ağustos 1969’da yürürlüğe giren ‘Yakın Akraba Göçü Andlaşması’ 1951 yılına kadar akrabaları Türkiye’ye göç etmiş olanların Türkiye’ye göçlerini sağlamış, Türklerin azınlık haklarını yeniden teminat altına almıştır.Halk demokrasisi yönetimli sosyalist bir ülke olduğunu iddia ederek tüm vatandaşlarının yasalar önünde eşit olduğunu belirten Bulgaristan’ın bu yeni rejimi 1945 yılından beri bir önceki faşist idarenin çizdiği çizgi üzerinde en ufak bir aksama yapmadan tedricen ve sistemli bir şekilde Türk azınlığını eritmek ve yok etmeyi kendine tek hedef olarak çizmiş, bundan başka hiçbir gayesi yokmuş gibi gözünü bürümüş bir hırsla kendi vatamdaşı olan Türklere saldırmaya devam etmiştir. 17 Temmuz 1970 tarihinde çıkardığı ve Dünya tarihinde eşine rastlanmamış 549 sayılı yasa ile Türklerin ve diğer tüm azınlıkların adlarını Bulgarca adlarla değiştirme operasyonunun ilk adımını atmıştır. Ancak bu yasanın Türklere uygulanması bir süre geciktirilerek işe önce diğer azınlıklardan başlanmıştır. Bulgaristan, memleketinde yaptığı bütün bu olup bitenlere rağmen bazı uluslararası sandlaşmalara daha imza atmıştır.- Helsinki Nihai Senedi ile düşünce, din, vicdan ve inanç hürriyeti dahil olmak üzere, temel insan hakları ve hürriyetleri teminat altına alınmıştır.- 3 aralık 1975 Türkiye ile Bulgaristan arasında iyi komşuluk ve işbirliği esaslarını belirleyen Deklerasyon, düşünce, din, vicdan ve inanç hürriyeti dahil, bütün insan haklarına ve temel hürriyetlere saygıyı vurgulamaktadır.- 11 Temmuz 1979’da Antalya’da imzalanan Türkiye Bulgaristan Vize Anlaşması’nın 8. maddesi akraba ziyaretlerini düzenlemektedir.Çiğnenen Andlaşmaların son 5 yılı (1984-1989) :Bulgaristan’da zamanın Dışişleri Bakanı Ivan Ganev ‘Bulgaristan’a Bir Bakış’ adlı kitabının 7. sayfasında aşağıdaki demeci vermektedir : ... Bulgaristan, ayrı ayrı toplumsal düzenlere bağlı ülkeler arasında barış içinde yanyana yaşama politikasının aktif bir destekçisi olmuştur.Bulgaristan’daki sulhperver resmi ağızın ne derece samimi olduğu en azından kendilerini bağlayan son 45 yıldır Halk Cumhuriyeti sürecinde Türkiye ile veya uluslararasında imzaladığı andlaşma, anlaşma ve bulgar anayasasının açık ve kesin hükümlerine rağmen, uygulamaları yukarıda özetlendiği üzere ortadadır. Tarihi kader çizgilerinden dolayı oraları yurt edinmiş ve kapı komşusu Türkiye Cumhuriyeti’nin soydaşları olan Türk asıllı vatandaşlarına karşı dünyanın gözü önünde son 5 yıldır topyekün kültür cinayeti işlemekten hiç kaçınmamaktadır. Faşist balkan milliyetçiliğinin politikası , Türk yönetiminin ve Türklüğün izlerini Rumeli’den silip kaldırmaktı. 45 yıllık Halk Cumhuriyeti de insanlık bakımından bir öncekinden hiçbir şekilde farklılık göstermemiş, belirtildiği üzere bir yandan güler yüzle her türlü andlaşmaya imzasını koyarken diğer yandan büyük bir umursamazlıkla verdiği sözün tam tersini yapmaktadır. Kurduğu dehşet düzeni içerisinde bütün baskı operasyonlarını asker, polis ve gizli servis kökenli binlerce bulgar görevlisi vasıtasıyla yönetip yönlendirmiştir ve uygulama alanına koymuştur.Bulgaristan’ın 45 yıldır Türklere karşı yönelttiği baskılarının son beş yılda insanlık dışı dayanılmaz boyutlara nasıl ulaştığını, son yasakların anahtarlarını ve özelliklerini inceleyelim :Bulgaristan’da bütün Müslüman Türklerin adları 1984 Aralık-1985 Mart döneminde zorla Hıristiyan Bulgar adlarıyla değiştirilmiştir.Ad değiştirmeye gerekçe olarak da Bulgaristan’daki bütün Türklerin aslının Bulgar olduğu ve bu nedenle hiç vakit kaybetmeden özlerine dönmeleri gerektiği vurgulanmaktadır. Halbuki Bulgarlar Türk kökenliğidir, her aklıselimin bildiği gibi(Bulgarlar, tarih dünyasında da kabul edildiği üzere Hun Türkleri ve Ogur-Oğuz- Türklerinin karışmış ve hıristiyanlığı kabul ederek oluşmuş topluluklardır). Bu olay Türkleri gerçekten can evinden yaralamıştır çünkü Türk töresinde adın büyük önemi vardır. Bu yüzden başlatılan ad değiştirme kampanyası büyük bir zulüm örneğidir.Bulgaristan’da Türkçe konuşmakta tamamen yasaklanmıştır.Türkçe konuşan Türk para cezasına çarptırılmakta ve verdiği cezanın yanı sıra sokak ortasında tahkir edilerek aşağılanmakta, itilip kalkılmakta, diklendiğinde ise karakola alınmaktadır. Bu konuda öyle ileri gidilmiştirki daha sonraları bunun üzerine hikayeler oluşturulmuştur. Hikayeye göre ;“Bir talebeye sorarlar, dünya üzerinde en kıymetli dil hangisidir diye ve talebe hemen cevap verir,
- Dünya üzerinde eğer en değerli dil varsa o da Türk dilidir, demiş. Muallim,- Niye? diye sorduğunda çocuk,- Bir kelimeye babam 20 leva ödemiş dünkü gün, demiş”
Bu baskılara rağmen birçok Türk, Türkçe eğitim görmemekle birlikte, evinde aile arasında Türkçe konuşmaya devam etmiştir.Bulgarların ‘Türk dilini yok etme savaşı’na karşı soydaşlarımızın gösterdiği kahramanca direniş her türlü takdirin üstündedir. Bulgarın 20. yüzyılın yarısında Türkçeye dolayısıyla Türke açtığı savaş alışılagelmiş sıcak savaşlardan değildir. Mahimiyeti ve yöntemi farklı fakat hedefi her savaşta olduğunun aynıdır. Ancak Bulgarın beklemediği bir dirençle karşılaştığı Türk camiası içinde sert bir kültür noktasına çarptığı da bir gerçektir. Planladığı süre içerisinde istediği hedefe ulaşamayan Jivkov ve Kuliçev de zaman zaman ters çıkışlar sergilemişlerdir. Bulgar anayasasının 457. maddesi bulgar soylu olmayan vatandaşlarının bulgarca ile birlikte kendi dillerininde eğitim hakkını öngördüğü halde, Türklerin anadillerinde konuşmaları yasaklandığı için Türklerin Türkçe eğitim görmeleri mümkün değildi. Bulgaristan’da Türk gençleri daha küçük yaşlarda çocuk yuvalarına yetiştirilmekte ve daha ileri yaşlarda Bulgar okullarına gitmek zorunda kalıyorlardı.Bu zorunlu olduğu için Türk öğrenciler böyle yetişiyor daha sonra yeterince iyi bulgarca bilmedikleri gerekçesiyle yüksek öğrenimlerine izin verilmiyordu ev önleri kesilmek isteniyordu. Azınlık statüsü içinde basının önemli bir yer tuttuğu bilinir ve Bulgaristan’daki Müslüman Türklerin zengin ve zevkli bir basın tarihi vardı. 90 yıllık süreç içinde 18’i dergi, 132’si gazete olmak üzere toplam 150 yayın organına sahiptiler yalnız son yıllarında bunlardan eser kalmamış hepsi kapatılmıştır.Öte yandan camilerin çok büyük bir bölümü kapatılmış. Pek çoğu yeşil alan açma, park yapma, anıt dikme gibi bahaneler ileri sürülerek yıkılmıştır. Ayakta çok az sayıda kalabilen bazı camilerde ancak Cuma namazı kılmak için izin verilmiş sonradan(Göç zamanında) bu izinlerde kaldırılmıştır. Camileride bulunan ay-yıldızlar sökülmüş, hatta mezar taşlarındaki Türkçe isimler silinmiş, bazen kazınmıştır. Bunlara Türk mezarlıkları yok edilmeye çalışılmış, mezar taşlarındaki ay-yıldızlar kazınmış veya mezar taşları sökülerek yapılan eziyet anlatılamaz hale gelmişti :Bulgaristan’daki bütün Türk ve Müslüman mezarlıkları tahrip edilmiştir.Dünyada benzeri olduğunu zannetmediğim ve hareket tarihi tahrip etmek için yapılmıştır. Ölülere dek uzanan bu vahşi el, herhalde gelecekte yazılacak olan tarih kitaplarını şaşırtmayı da amaçlamaktadır. Rumeli’de sanki 600 yıl Türk yaşamamış gibi tek bir iz kalmaması için bu çılgınca eylemi yapmış bulunmaktadır.Türklerin bütün örf ve adetleri yasaklanmıştır. Sünnet, düğün, dernek, köçek havası, mahalli kıyafetler, kanunla yasaklanmış, polis gücüyle durdurulmuştur.Bulgar eli evlere kadar uzanmış ve evlere yaptığı akıl almaz saldırılarla genç, ihtiyar, çoluk çocuk herkese karşı bir terör havası estirmiştir. Yalnız bu akıl almaz saldırılardan medeni dünyanın haberi olmamıştır. Ama bu olaylar daha sonra duyulmuştur, bunların yayılması sadece Türklüğe karşı bir borç değil insanlığa bir borçtur çünkü yaşananlar hikaye değil ve gerçektir, vahşettir. İşte tarih boyunca böylesine zorluklara karşı koyan soydaşlarımız herşeye rağmen varlıklarını devam ettirmeyi başarmıştır. Gerek kültürel olarak gerekse dini olarak bütün değerlerine sahip çıkmışlardır. Bütün bu belirtilen eziyetler 1989 göçüne kadar devam etmiştir. Özellikle son yıllarda daha da artan ve fiili hareketlere dönüşen Bulgar zulmü oradaki soydaşlarımızı durumları oranın şartlarına göre çok iyi olmasına rağmen Türkiye’ye göçe zorlamıştır. Bu göçe Bulgar tarafı sevinirken Türklerin yaşadığı yerleri sanki onlar hiç yaşamamış göstermeyi düşünüyordu. Böylece kendilerine göre kendi toprakları içindeki herşey bulgarlara ait olacaktı.
1989 Göçü :Bulgaristan Türkleri’nin anavatana kavuşması olan bu göç Türkiye’nin duruma daha fazla yummaması ve kapılarını oradaki Türklere açması sayesinde gerçekleş. Göç gerçekleştiği sırada Türkiye’nin Cumhurbaşkanı Turgut Özal iken Bulgaristan Başbakanı Todor Jivkov idi. Türkiye’nin kapılarını açacağını bildirmesiyle harekete geçen Türkleri dışlayan Bulgaristan Türklerin pasaportlarını dağıtmaya başlamıştır. Yalnız bunu yaparken adi politikalarına devam ederek aynı aile içerisindeki kişilerin pasaportlarını ayrı ayrı tarihlerde vererek onları böyle önemli bir olayda ayrı düşürüyordu. Ayrıca pasaportunu alan kişinin göçe zorluyordu. Adeta eşyalarını toparlayıp sokağa atıyor ve trene kadar nasıl gideceğine karışmıyordu. Bu dönemde yurtlarından kovulan insanlarımız önce toplu olarak belirli arazilerde beklitiliyorlardı. Daha sonra gruplar halinde trenlere bindiriliyorlardı. İşkence yolda da devam ediyordu. Bulgar tarafı göçün Bulgaristan tarafında hiçbir temel ihityaca cevap vermiyor sadece insanları yollarda perişanlığa sürüklüyordu. İnsanlarımız kendi ekmek ve benzeri ihtiyaçlarını bırakıldıkları arazilere yakın yerlerden karşılıyorlardı. Neye uğradığını anlamayan insanlarımız apartopar çıktıkları yolda bir taraftan ailelerine tekrar kavuşabilmeleri için dua ederken diğer taraftan onları neler beklediğinin endişesi içinde idiler. Kapıkule tren istasyonunda vagonlardan insan yağıyor bu insanlar kayıtları yapıldıktan sonra çadır kentlere sevk ediliyorlardı ve buralarda temel ihtiyaçları karşılanıyordu. Ailelerini toplayabilenler daha önceden belirledikleri bir şehre gidiyor ve yeni hayatlarını kurmaya çalışırken ailelerine henüz kavuşamayan insanlar bütün gün boyunca trenlerden inen insanlar arasında yakınlarını gözetiyorlardı. Ayrıca kendileri karar veremeyen ailelere devlet yardım ediyor, memurların yardımı ile kendileri için belirlenen yerlere yönlendiriliyorlardı. Bulgaristan’da iken durumları iyi olan insanlarımız buraya geldikleri yanlarında getirebildiklerini getirmişler ve onlarla herşeye sıfırdan başlamışlardır. Adları ve özgürlükleri için herşeyi göze alan bu soydaşlarımız büyük cesaret örneği göstermişlerdir. Yanlarında getiremedikleri eşyalarını ve diğer mal varlıklarını orada kalan soydaşlarımıza emanet etmişler ve gelmeden önce ellerindeki para edecek şeyleri (hayvanlar gibi) satmışlardır. Bu durumdan kurtularak Türkiye’ye geldiklerinde ilk olarak adlarını geri kazanmanın mutluluğunu yaşayan soydaşlarımız bunun yanında geride bıraktıkları hiçbir şey için üzüntü duymamışlardır çünkü kendileri için en önemli olan olgulara kavuşmuşlardır : Özgürlük, dini ve kültürel hürriyet.1989 göçü esnasında daha önceden Türkiye göç etmiş olan Bulgaristan Türkleri yeni göç eden soydaşlarına yardım ellerini açmışlar onlara olabildiğince yol göstermiş ve ayakta durmalarına yardım etmişlerdir. Tıpkı önceden göç etmiş insanlarımız gibi yeni yerlerine ulaşan soydaşlarımıza büyük yardımda bulunmuşlardır.
1989 Göçü Sonrası :Bu göçe en çok sevine taraf bulgaristan tarafıydı dolayısıyla göç sonrası yıllar boyu onlar için büyük bir topluluk olan Türklerden büyük ölçüde kurtulmuşlardı. Onların bundan sonraki hedefi Türklerin varlıklarını hiç olmaış gib göstermekti bu yüzden sayıları iyice azlmış olan Türkleri bir araya toplamaya veya köylerdeki bulgar nüfusunu arttırmaya çalışıyorlardı. Böylece Türklerin izlerini daha kolay silebileceklerdi. Sanki 550 yıl boyunca Osmanlı Devleti’nin boyunduruğunda bulunmanın öcünü almışlardı. Onlar için eskisinden çok daha güçsüz ve az olan Türkler daha kolay dejenere edilebilrdi yalnız bu istenilen olmadı ve 1991 yılında sosyalist rejim yıkıldı. Yerine gelen demokratik rejim ise sosyalist rejimin bıraktığı ağır faturayı ödüyordu. Artık 1989-1991 yılları arasında oradaki ağır yönetime dayanan milletimiz içinde daha rahat günler vardı çünkü 1991 yılına kadar eziyet devam etmiş ve bundan dolayı gerek kaçak olarak olsun gerekse de yine normal göç şeklinde insanlarımız kaçışlarına devam etmişlerdir ama 1991 yılında meydana gelen önemli gelişmenin ardından bazı dengeler değişmiş o yüzden oradaki ve buraya oradan gelen insanlarımızın tepkileri farklı olmuştur. Çünkü her ne kadar burada onlara yardım edilse de bir kısmı kira ödemede ve iş bulmada zorluk çekmişlerdir. Bu durum özellikle çocuklu veya yaşlı aileler için geçerli olmuştur ve bundan sosyalist rejiminde yıkılmasından faydalanarak çok az birim kısım tekrar geri dönerek yaşamlarına devam etmek istemişlerdir. Geri dönen ailelerin yanı sıra o dönemlerde Türkiye’ye göçte azalmıştı.O yüzden 1991-1993 dönemi geri dönüşün yaşandığı ve Türkiye’ye göçün azaldığı yıllar olarak nitelendirilebilir. Tabii Türkiye’de kalmayı seçenler içinde ayaklarının üstüne basma yılları olmuştur bu yıllar daha sonra geri dönen aileler bıraktıklarını umdukları gibi bulamamışlardır. Ayrıca yakın akrabaları ile aralarına sınır girmiştir. Bundan dolayı 1993 yılından sonra tekrar hızlanan bir göç yaşanmıştır. Bu göçler 1989’da Türkiye’ye gelen göçmenler için kolay olmuştur lakin onlar zaten ilk zamanlarda Türk vatandaşlığına alınmışlardır ama diğerleri için öyle değilidir. Onlar gelip burada kaçak olarak ikamet etmiş, çalışmış ve yaşamlarını sürdürmeye çalışmışlardır. Birçoğu vatandaşlıklarıni almış olsalarda hala vatandaşlık alamayanlar vardır. Vatandaşlık alamayan soydaşlarımızın çoğu oturma izni ve çalışma iznine sahiptirler. Çok az bir kısımda her üç ayda bir giriş-çıkış yaparak Türkiye’de yaşamlarına devam etmeye çalışıyorlar. 2000’li yıllara kadar Türkiye’de gelişmeye çalışan Bulgaristan göçmeni Türklerinin bir kısmı geçen zaman içinde Bulgaristan vatandaşlıklarını geri almayı başarmışlardır. Bu sayede orada yapılan seçimlere katılarak kullandıkları oylar ile geride kalan Türkler için destek olmuşlardır zira her ne kadar son zamanlarda tartışılır olsa da Hak ve Özgürlükler Partisi Türklerin partisi olarak bilinmektedir ve son iki hükümette hep ortak olarak bulunmuştur ve seçimlerden devamlı ilk üç parti içinde çıkmayı başarmaktadır. 2000’li yılların başından bugüne kadar ise adeta eskiden yaşanan olayların acısını çıkartırcasına soydaşlarımız ellerine geçen hakları kullanarak Bulgaristan’a giderek bir dava ile eski isimlerine kavuşabilmektedirler. Genel olarak birçok göçmenimizinde bunu yaptığı düşünülürse Bulgaristan’da Türk nüfusu giderek artmaktadır ve orada doğanlarda olmak üzere herkesin ismi Türkçedir. Zaten son zamanlarda üremekte zorluk çeken ve nüfusunda yaşlıların ağırlıkta olduğu Bulgaristan’da bu durum endişe uyandırmıştır ve her ne kadar doğum için kampanyalar yapılsa da istenen sonuca ulaşılamamıştır. Bulgarların endişesi giderek artmaktadır çünkü yönetimi kaybetme korkusuyla karşı karşıyalar o yüzden son zamanlarda Bulgaristan’da yaşamayan vatandaşların oy kullanmasının önüne geçmeye çalışmaktadırlar. Bunun yanı sıra orada kalan Türkler içinde kötü örnek oluşturan son yılların dejenere olmuş bulgar gençleri de endişe yaratıcıdır. Hatta artık bu gençlik oradaki Türkleri de etkilemiş artık onların bir kısmıda asimilasyona uğramaktadır. Yukarıda belirtilenlere ek olarak buraya yerleşmiş olan insanlarımız daha önceki kültürleri ile buradaki yerli kültürü arasında bir geçiş kültürü yaşamıştır ve dolayısıyla onlarda bir kültürel değişim yaşamıştır. Kültürleri ve dolayısıyla birçok tavırları değişim göstermiştir.Yine son yıllarda dernekleşmeye hız veren soydaşlarımız, bunu yaparak Bulgaristan’daki güçlerini arttırmak istemektedirler.Tabii bunun yanı sıra kültürel faaliyetler içinde bulunarak varlıklarını ve yaşadıklarını herkese göstermek gayretindedirler. Sonuç olarak unutulmamalıdır ki yaşadıkları her milletin göğüs gereceği tipten bir geçmiş değildir ve dolayısıyla bugün geldikleri noktada çok önem kazanmaktadır. Bunu yayarak Türk milletinin ne kadar güçlü olduğunu göstermişlerdir ki Türk milletinin gücünü kimse Çanakkale ve Kurtuluş Savaşlarından sonra yargılama gereksinimi duymaz sanırım.“Prenslik Bulgaristan’ından günümüze kadar çeşitli zorluklar yaşamış ve zamanla Türkiye’ye göç etmiş olan Türkler çeşitli çilelerden sonra şimdi haklarının korunduğu tek yerde, anavantanlarında, huzur içinde yaşamaktadırlar, arkalarında silinmeyecek bir tarih bırakarak...”
- KAYNAKÇA :1. Beğlan Toğrol , 112 yıllık göç (1878-1989) : 1989 yazındaki üç aylık göçün tarihi perspektif içinde psikolojik incelenmesi , 19892. İbrahim Kamil , Bulgaristan'daki Türklerin hakları , 19893. Türk Tarih Kurumu , Bulgaristan'da türk varlığı : bildiriler, 7 Haziran 1985 , 1985

0 yorum: